Sizinle dil sayesinde konuşuyorum, çünkü böyle bir yetim var. Biz insanların sahip olduğu büyüleyici yeteneklerden biri. Gerçekten karmaşık düşünceleri birbirimize aktarabiliyoruz. Aslında şu an yaptığım şey nefes verirken ağzımla sesler çıkarmak. Bir dizi ton, üfleme ve tıslama sesi çıkarıyorum ve bu sesler havada bir titreşim yaratıyor. Bu hava titreşimleri de size doğru giderek kulak zarlarınıza ulaşıyor ve kulak zarınızdan gelen titreşimleri beyniniz yorumlayarak onları düşüncelere çeviriyor. Öyle umuyorum.
00:49
(Kahkahalar)
00:50
Umarım öyle oluyordur. Bu yetenek sayesinde devasa bir uzay ve zaman boyunca insan olarak fikir aktarımı yaptık. Zihinler arası bilgi aktarabiliyoruz. Şu anda tamamen tuhaf bir fikri aklınıza sokabilirim. Şöyle bir şey mesela, ”Kuantum mekaniği üstünde kafa yorarken kütüphanede vals yapan bir denizanası hayal edin.”
01:13
(Kahkahalar)
01:15
Hayatınızda her şey nispeten yolunda gitmişse muhtemelen bunu daha önce düşünmemişsinizdir.
01:20
(Kahkahalar)
01:21
Ama ben dil aracılığıyla bunu düşünmenizi sağladım.
01:24
Tabii dünyada yalnızca bir değil, yaklaşık 7.000 konuşulan dil var. Tüm diller her açıdan bir diğerinden farklıdır. Bazı dilerin farklı sesleri varken bazılarının farklı söz dağarcıkları ve hatta farklı yapıları var — çok önemli, farklı yapılar. Bu da bizi şu soruya getiriyor: Dil, düşünce şeklimize yön veriyor mu? Bu çok eski bir soru. İnsanlar bunun cevabı hakkında yüz yıllardır çıkarım yapıyorlar. Kutsal Roma İmparatoru Charlemagne ”İkinci dili bilmek ikinci ruha sahip olmaktır.” demişti, dilin yarattığı gerçeklikle ilgili güçlü bir ifade. Diğer yandan Shakespeare, Juliet’e şunları söyletti: ”İsmin nesi var ki? İsmi farklı da olsa gül yine güzel kokardı.” Bu da dilin belki de gerçeklik yaratmadığını yansıtıyor.
02:10
Bu konu binlerce yıl tekrar tekrar tartışıldı. Ancak son zamanlara kadar soruya net bir cevap verecek yeterli veri olmamıştı. Son zamanlarda, dünya üzerindeki laboratuvarlarımızda araştırma yapmaya başladık ve artık bu soru üzerinde çıkarım yapacak gerçek bilimsel verilerimiz var.
02:28
Sevdiğim bazı örnekleri sizinle paylaşmak istiyorum. Birlikte çalışma şansı yakaladığım Avustralyalı bir Aborjin topluluğu mesela. Kuuk Thaayorre insanları. Cape York batı kıyısında Pormpuraaw’da yaşıyorlar. Bu halkta dikkatimi çeken şey, kendi dillerinde ”sağ” ve ”sol” sözcüklerini kullanmamaları, bunun yerine her şey için coğrafi yönleri kullanıyorlar: Kuzey, Güney, Doğu, Batı. Her şey derken gerçekten her şeyi kastediyorum. Mesela şöyle bir ifade, ”Bacağının güneybatısında bir karınca var.” Veya ”bardağını biraz kuzeydoğuya çeker misin?” Hatta Kuuk Thaayorre dilinde ”merhaba” demek bile böyle: ”Hangi yöne gidiyorsun?” Cevap şöyle olmalı; ”Kuzeydoğu yönünde uzağa. Peki ya sen?”
03:14
Gün içinde yürürken kendinizi düşünün, kiminle selamlaşsanız gittiğiniz yönü söylemeniz lazım.
03:20
(Kahkahalar)
03:22
Aslında hızlı bir şekilde yön duygunuzun gelişmesini sağlar. Çünkü gideceğiniz yönü bilmiyorsanız ”merhaba”nın ötesine geçemezsiniz. Dil kullanan insanlar yön algısında çok iyiler. Yön duyularını, sandığımızdan çok daha iyi kullanıyorlar. Biyolojik bir mazeret sebebiyle insanların diğer yaratıklardan daha kötü olduğunu sanıyorduk. ”Gagalarımızda veya tüylerimizde mıknatıslar yok ki…” Ancak diliniz ve kültürünüz bunu yapmanız için sizi eğitiyorsa bunu yapabilirsiniz. Dünyada yön algısını çok iyi kullanan insanlar var.
03:54
Bunun, bizim alışık olduğumuzdan ne kadar farklı olduğunu görmeniz için bir anlığına gözlerinizi kapayın ve güneydoğuyu gösterin.
04:04
(Kahkahalar)
04:06
Gözlerinizi kapayın ve gösterin. Pekâlâ, açabilirsiniz. Burayı, şurayı, arkayı… Her yönü göstermişsiniz… Neresi olduğunu ben de bilmiyorum.
04:18
(Kahkahalar)
04:20
Pek yardımcı olamadınız.
04:21
(Kahkahalar)
04:23
Bu salondaki doğruluk oranı pek yüksek değil diyebiliriz. Diller arasında inanılmaz bir bilişsel farklılık var. Sizin gibi çok seçkin bir grup doğru yönü bilemezken farklı bir grupta 5 yaşındaki bir çocuk doğru yönü gösterebilir.
04:38
(Kahkahalar)
04:39
İnsanların zaman algısı hakkında da büyük farklılıklar var. Büyükbabamın değişik yaşlardaki resimlerini görüyorsunuz. İngilizce konuşan birinden zamana göre ayarlamasını istesem dizilimi bu şekilde yapardı, soldan sağa doğru. Bu aslında yazı yönüyle ilgili. İbranice veya Arapça konuşuyor olsanız diğer yönden dizilim yapardınız, sağdan sola doğru.
05:01
Peki bahsettiğim Aborjin halk, Kuuk Thaayorre bunu nasıl yapardı? ”Sağ” ve ”sol” sözcüklerini kullanmıyorlar. İpucu vereyim. İnsanları güneye doğru oturttuğumuzda, zamanı soldan sağa ayarladılar. Kuzeye doğru oturttuğumuzda sağdan sola ayarladılar. Doğuya doğru oturttuğumuzda ise zaman bedenlerinin önünden geçti. Burada izledikleri yol ne? Doğudan batıya, öyle değil mi? Onlar için zaman bedenleri üstünde kilitli kalmıyor. Çevre üstünde kilitli kalıyor. Örneğin, ben bu yöne bakıyorum, o hâlde zaman böyle gidiyor ama bu yöne bakıyorsam o zaman böyle gidiyor. Bu yöne baktığımda ise bu şekilde… Vücudumu her dönderdiğimde zaman yönünün beni takip etmesi oldukça ben merkezli. Kuuk Thaayorre için zaman çevre üstünde kilitli. Zaman hakkında düşünmenin oldukça farklı bir yolu.
05:52
İşte zekice düşünülmüş başka bir yöntem. Burada kaç tane penguen olduğunu sorsam cevabı nasıl bulduğunuzu çok iyi buluyorum. ”Bir, iki, üç, dört…” diye saymaya başlıyorsunuz. Onları sayıyorsunuz. Her biri için bir rakamınız var ve söylediğiniz son rakam penguenlerin sayısı. Bu bize çocukken öğretilen bir yöntem. Sayı listesini öğrenip nasıl uygulayacağımızı görüyoruz. Bu, dilbilimsel bir yöntem. Bazı dillerde bu yapılmıyor, çünkü bazı dillerde tam sayı sözcükleri yok. ”Yedi, sekiz” gibi sözcüklerin olmadığı diller var. Bu dilleri konuşan insanlar sayı saymıyor ve bir şeyin tam miktarını takip etmede zorluk yaşıyorlar. Örneğin buradaki penguen sayısıyla ördek sayısını eşleştirmenizi istesem bunu sayarak yapardınız. Bu dil yöntemine sahip olmayan insanlar bunu yapamayacaklardır.
06:47
Diller ayrıca renk spektrumu konusunda da farklılık gösteriyor. Yani görsel dünya. Bazı dillerde renkler için çok fazla kelime var, bazılarında birkaç tane, ”koyu” ve ”açık” gibi. Diller, renkler arasında sınır koyarken de farklılaşıyor. Örneğin İngilizcede mavi için bir kelimemiz var ve bu kelime ekranda gördüğünüz tüm renkleri kapsıyor, diğer yandan Rusçada tek bir kelime yok. Rusçada bu renk için farklı ifadeler sözkonusu, ”goluboy” dedikleri açık mavi ve ”siniy” dedikleri koyu mavi. Yani Ruslar hayatları boyunca bu iki rengi ayırmayı öğreniyorlar. Bu renkleri algılarıyla ayırmaları için insanları test ettiğimizde, Rusların bu dilbilimsel sınırları çok daha hızlı belirlediklerini görüyoruz. Açık ve koyu mavi arasındaki farkı çok daha hızlı görüyorlar. İnsanlar renklere bakarken onların beyinlerini incelediğinizde, nasıl renkleri yavaş yavaş açıktan koyuya doğru düşünürsünüz, açık ve koyu mavi için farklı kelimeler kullanan insanların beyni de renkler açıktan koyuya doğru giderken şaşırtıcı bir tepki veriyor, kategorisel olarak bir şey değişmiş gibi, örneğin İngilizce konuşanların beyinleri bu tür bir kategorisel ayırım yapmıyor, bu tepkiyi de vermiyor, çünkü kategorisel olarak değişen bir şey yok.
08:02
Dillerde her tür yapısal özellik var. Bu, en sevdiklerimden biri. Çoğu dilde dilbilimsel cinsiyet var; her ismin bir cinsiyeti var, genellikle eril ve dişil. Bu cinsiyetler dillerde farklılık gösteriyor. Örneğin güneş Almancada dişil ama İspanyolcada eril, ay ise bunun tam tersi. Acaba bu insanların düşünme şeklini etkiliyor mu? Almanca konuşanlar güneşi daha feminen hayal ederken ayı daha maskulen mi hayal ediyorlar? Cevap şu ki aynen öyle. Almanca ve İspanyolca konuşanlardan bir köprü tarif etmeleri istesek buradaki gibi bir tane, köprü Almancada dişil bir sözcük İspanyolcada ise eril. Almanca konuşanlar muhtemelen ”güzel” ve ”şık” diye tarif ederler, ve benzeri basmakalıp feminen sözcüklerle. İspanyolca konuşanlar ise ”dayanıklı” ve ”uzun” gibi maskulen sözcükleri kullanır.
09:00
(Kahkahalar)
09:03
Olayları tarif ederken de diller farklılık gösteriyor. Bu kaza gibi bir olayı ele alalım. İngilizcede ”Vazoyu kırdı.” diyebilirsiniz. İspanyolca gibi bir dilde ise muhtemelen ”Vazo kırıldı” demeniz gerekir veya ”Vazo kendiliğinden kırıldı.” Eğer bu bir kazaysa birisi yaptı diye söylemezsiniz. İngilizcede ”Kolumu kırdım.” gibi bir cümle kurmak da aslında oldukça tuhaf. Pek çok dilde, kendi kolunuzu kırmaya çalışan ve bunu başaran bir çılgın değilseniz (Kahkahalar) bu yapıyı kullanmazsınız. Eğer bir kazaysa başka bir yapı kullanırsınız.
09:42
Bunun da bazı sonuçları var. Farklı diller konuşan insanlar farklı şeylere dikkat verirler, bu da kullandıkları dilin gereksinimlerine göre değişir. Aynı kazayı İngilizce ve İspanyolca konuşanlara gösteriyoruz, İngilizce konuşanlar kimin yaptığını hatırlıyor, çünkü İngilizcede ”O yaptı, Vazoyu o kırdı.” diyoruz. İspanyolca konuşlar ise eylemin kaza olduğu durumlarda yapanı hatırlamıyor, yine de bunun bir kaza olduğunu daha iyi hatırlıyorlar. Eylemin arkasındaki niyeti daha iyi hatırlıyorlar. Yani iki insan aynı olayı seyredip aynı suça tanık olduğunda bu olayla ilgili farklı şeyler hatırlayabilirler. Görgü tanıklığında bunun olası sonuçları oluyor tabii. Suç ve ceza konusunda da olası sonuçları var. İngilizce konuşan bir gruba size gösterdiğim vazo örneğini gösterip ”Vazo kırıldı” yerine ”Vazoyu kırdı” dersem buna bizzat tanık olduğunuz hâlde videoyu izleyip vazonun başına geleni gördüğünüz hâlde birini cezalandırma ihtimaliniz daha fazla, ”Vazo kırıldı” yerine ”Vazoyu kırdı” dediğim zaman birini suçlamaya meyilli olursunuz. Dil, olayların muhakemesini yapma yetimize yön veriyor.
10:56
Dilin düşünce şeklimizi nasıl biçimlendirdiğine dair sizinle birkaç örnek paylaştım ve bunu çeşitli yollarla yapıyor. Yani dilin büyük etkileri olabilir, uzay ve zaman örneğindeki gibi, insanlar uzay ve zamanı birbirlerinden çok daha farklı açılarda gösteriyorlar. Dilin çok derin etkileri de olabilir, sayı örneğinde bunu gördük. Dilinizde sayma sözcüklerinin olması, rakamların olması, adeta matematiğe açılan kapı. Eğer sayı saymazsanız, matematik de olmaz, böyle bir salonu organize edip bu yayını gerçekleştirmeyi gerektiren hiçbir şeyi yapamazsınız. Sayıların varlığı, bilişsel dünyaya açılan bir sıçrama tahtası sunuyor.
11:40
Dil, çok erken gelişen etkilere de neden oluyor, renk örneğinde gördüğümüz gibi. Bunlar basit, algısal kararlar. Bu şekilde binlerce karar veriyoruz ama yine de dil olaya müdahele olarak verdiğimiz küçük kararları bile etkiliyor. Çok geniş çapta etkileri de var. Bu dilbilimsel cinsiyet saçma görünse de tüm isimlere uygulanan bir kural. Yani bir isimle tarif edeceğiniz her şeyi nasıl düşüneceğinize yön verebilir. Bu gerçekten çok şey.
12:16
Son olarak da üzerimize yük olan bir konuda dilin nasıl etki yaptığını gördük, suç, ceza ve görgü tanığı konuları gibi. Bunlar günlük hayatımızdaki önemli şeyler.
12:28
Dilbilimsel çeşitliliğin güzel yanı şu, insan aklının ne kadar maharetli ve esnek olduğunu gösteriyor. İnsan aklı bir değil, 7.000 bilişsel dünya yarattı, dünyada 7.000 konuşulan dil var. Daha fazlasını da yaratabiliriz. Diller yaşayan şeyler, ihtiyaçlarımıza göre değiştirebileceğimiz şeyler. İşin kötü yanı biz bu çeşitliliğin büyük kısmını kaybediyoruz, hem de sürekli. Haftada yaklaşık bir dil kaybediyoruz ve tahminlere göre, önümüzdeki yüz yıl içinde dünya dillerinin yarısı yok olacak. Daha da kötüsü, insan aklı ve beyni hakkında bildiğimiz her şey genellikle üniversitelerdeki İngilizce konuşan Amerikalı öğrencilerin çalışmaları üzerine kurulu. Bu da neredeyse tüm insanları hariç tutuyor. Yani insan aklı hakkında bildiklerimiz inanılmaz düzeyde kısıtlı ve yanlı, bilimin çok daha iyisini yapması lazım.
13:37
Sizi son bir düşünceyle bırakmak istiyorum. Değişik diller konuşan insanların nasıl farklı düşündüklerini anlattım, ama tabii bu konu başka yerdeki insanların nasıl düşündüğü hakkında değil. Sizin nasıl düşündüğünüz hakkında. Konuştuğunuz dilin sizin düşüncelerinizi nasıl şekillendirdiği hakkında. Bu da size şu soruyu sorma fırsatını veriyor: ”Niçin böyle düşünüyorum?” ”Nasıl daha farklı düşünebilirim?” Ayrıca, ”Nasıl düşünceler yaratmak istiyorum?”
14:03
Çok teşekkür ederim.
14:05
(Alkışlar)